
Haber kaynağı: Ahmet GÜREL
Uşakizade Latife Hanım Köşkü Müdürü, ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi
08 Eylül 1922 – İzmir’e Doğru…
08 Eylül 1922 günü, Muzaffer Türk Ordusu’nun Başkomutanı, tüm ülkeye çekilen telgrafta şunları yazmıştır:
“İzmir’deki konsoloslar, şehrin teslimi için Türk ordusunun en yakın komutanıyla görüşmek istediklerini ve temsilcilerini göndermek üzere bir randevu rica ettiklerini İzmir limanındaki Fransız Edgard Quinet kruvazörünün telsiziyle 08 Eylül 1922 saat 10.30’da açık olarak yazdılar.
Yüksek Komuta Heyeti, bu telsiz haberiyle, Yunanlıların İzmir’i savunamayacağı ve belki de boşaltmış oldukları, yabancı devletler deniz kuvvetleri İzmir’i işgal ve muhafaza ettikleri, Türk birliklerinin şehre girmelerinde bir yanlışlığa meydan verilmemesi için İzmir’i teslim edip çekilip gitmek istedikleri kanısına vardı. Başkomutanlıkça, Ankara-İstanbul telgraf hattıyla verilen cevapta:
‘Temsilcilerin otomobille İzmir–Turgutlu yoluyla gönderilmesi, herhangi bir yanlışlığa meydan verilmemesi için otomobillerde beyaz bayrak bulundurulmasını bildirildi.”[1]
“Yunan ordusunun son kalıntısının İzmir’den uzaklaştığı saatlerde, 8 Eylül akşamı, İzmir limanında bulunan İngiliz Akdeniz Orduları Başkumandanı Amiral Brock’a İstanbul’dan bir mesaj gönderilmişti. Mesajda, İzmir’deki müttefik amiralleriyle başkonsolosların kenti Türk ordusuna teslim etmeleri bildirilmişti. Yani Fransa, İngiltere ve İtalya amiralleriyle başkonsolosları İzmir’i Türk ordusuna devredeceklerdi. Mesaj, bu üç devlerin İstanbul’daki yüksek komiserlerinin ortak talimatı niteliğimdeydi.
09 Eylül 1922 sabahı, İzmir’deki müttefik amiralleriyle başkonsolosların ilk işi, limanda bekleyen amiral gemisi İron Duke’de toplanıp kentin Türk ordusuna teslimi konusunu görüşmek olmuştu.”[2]
Aynı gün, 1. Ordu Komutanlığı’na verilen emirde şunlara yer verilmiştir:
“Süvari kolordusu bütün kuvvetiyle İzmir’e yetişmeli ve İzmir’i işgal etmelidir. 1. Ordu takip kolları da şehre ilerlemekle beraber, 1. Ordunun bir tümeninin 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’e yürütülmesine ve 1. Kolordu’nun takip devam etmesi gerekmektedir. 1 Kolordu, ‘İzmir İşgal Kuvvetleri’ olacak ve komutanı ‘Askeri Vali’lik görevi yapacaktır. Turgutlu-İzmir yoluyla süvari bölüğünün 8/9 Eylül gecesinde yabancı temsilcilikleri karşılamaya gönderilmesi uygun olur. İzmir’in kayıtsız şartsız teslim alınması mümkün olduğundan, temsilcilerin herhangi bir teklifi kabul olunmayacaktır.”[3]
Gazi, Temsilciler Heyeti Başkanı Rauf Bey’e Alaşehir’den aynı gün şu telgrafı çekmiştir:
“İzmir’de hiçbir sebep ve nedenle yabancı müdahalesine izin verilmeyeceği ve azınlıkların hukukunu Türk Ordusunun en iyi koruyacağını dostlarımızdan… Yunan ordusunun yaptığı gibi İzmir’de ve diğer yerlerde yangın çıkartmaktan ve adam öldürmekten kaçınmalarını… Bu hususları gerektiği tebliğ edilmesi uygundur.”[4]
“Ordu koşuyor, Yunanlılar şehir ve kasabalarımızı yakarak, dağlara kırlara kaçamayan halkımızı öldürerek, İngiliz donanmasının bulunduğu İzmir’e ulaşmaya can atıyorlardı”diyen Falih Rıfkı Bey,[5]o günleri şöyle anlatmıştır:
“İstanbul’dan emir alan İzmir’deki yabancı devletlerin konsolosları Mustafa Kemal’den görüşmek üzere buluşma yeri göstermesini istemişlerdi. Mustafa Kemal:
‘9 Eylül’de Nif’te buluşuruz’ demiştir.
Hâlbuki 9 Eylülde Türk askerleri İzmir’de Akdeniz kıyılarına varmışlardı.”[6]
O günlere ait bir başka anıyı Falih Rıfkı Bey şöyle anlatır:
“Büyük taarruz hazırlıklarından önceki günlerdeyiz. GaziMustafa Kemal Paşa Keçiören’de yakın adamlarıyla Ankara’da son gecesini geçirdi. Ayrıldığı zaman bir hayli yorgundu. Yanındakilere:
‘Hücum haberini alınca hesap ediniz. On beşinci gün İzmir’deyiz’ demişti. İzmir’den dönüşünde karşılayıcılar arasında o gece beraber bulunduklarından bir ikisini görünce:
‘Bir gün yanılmışım’ dedi.”[7]
Ruşen Eşref,[8] Salihli’deki Başkomutanlık Karargâhı’nda yaşananları şöyle anlatmıştır:
“O akşam, bilmem nereden, karargâhına bir ‘Times veya Daily Telegraph’ gazetesi gelmiş… Aylardan ve aylardan beri görmediğimiz bir Avrupa gazetesi’ …Seni candan ağırlayan Salihli’nin bir küçük evine misafir inmiştin. Yapmakta olduğun hareketin, Avrupa’da görünüşünü ve kulağına varan ilk tepkilerini bu gazeteden, gözlerinle görüp öğrenecektin. Yazılanları tercüme ettiriyordun ve zevk duyarak okutuyordun ve:
‘Zavallı Lloyd George yarın ne olacak? Yıkılacak O… O ve daha gibiler!’ diyordun.
O geceden yirmi iki ve senin dünyaya gözlerini yumduğundan altı yıl sonra Lloyd George öldüğü zaman ‘Times’ gazetesi, ‘Lloyd George’u bir daha kalkmak üzere Mustafa Kemal devirmiştir’ diyordu.”[9]
Zaferin ardından daha İzmir’e girmeden komutanların rütbesini bir derece yükseltilmiştir. İşte o gün, Türk ordusunun terfi günü olmuş ve o gelenek gururla günümüzde de sürdürülmektedir.[10]
09 Eylül 1922 – İzmir’e Doğru…
Muzaffer Komutan’ın İzmir’e girerken tuttuğu not aşağıdadır:
“15 Mayıs 1919, İzmir’in işgali… Ben aynı günde İstanbul’u terk ettim. O kara günde Karadeniz’deydim. 3 sene ve 4 ay sonra da bugün Akdeniz’deyim.”[11]
Ve o kara günlerden aydınlık günlere gelinmişti.
İşte, 9 Eylül 1922 günü gelmişti. Son Yunan kırıntıları da İzmir’den tahliye olmuştu. Yirminci yüzyılın en büyük zaferinin Türk Başkomutanı, Hacı Anesti’yi bırakıpartık kendisinin çevresinde dolaşan Reuter Ajansı’nın muhabirine kendisine yakışan zarif gülümsemesiyle şu soruyu sormuştur:
‘İki haftadır cephedeyim. Her tarafta Hacı Anesti’yi arıyorum, gördünüz mü?’”[12]
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Nif’te…
Muzaffer Türk ordusuyla beraber İzmir’e doğru yol alan gazeteci Halide Edip Hanım, o günleri şöyle anlatmıştır:
“…Orada çizmelerim ve mahmuzlarımla nasıl uyuyabildiğime hâlâşaşarım. Sabah kahvaltısında, Mustafa Kemal Paşa:
‘Bugün İzmir’e gireceğiz’ dedi. Ben de dedim ki:
‘Bir zafer alayında gitmek istemem, teşekkür ederim. Ben, sonra yalnız başıma gelirim.’ O, emreden sesiyle:
‘Geleceksiniz, Hanımefendi’ dedi.
Öğle vakti, zeytin dallarıyla süslenmiş beş otomobille İzmir’e hareket ettik. Askerler yanda yürüyorlardı. Ben, yürüyen askerlerle beraber olmadığıma üzülüyordum. Fakat Mustafa Kemal kutsal bir semboldü. Halkın kurtarıcısı. Şehrin kapısında bizi bir süvari alayı karşıladı. Romantik bir görünüşleri vardı. Onlar dokuz gün at üstünde Yunan ordularının arkasında dövüşmüşlerdi. Bir an tehlikeden kurtulmamışlar, bir an dinlenmemişlerdi. Atlılar ve atlar büyük manzara teşkil ediyorlardı. Bilhassa başlarındaki genç kumandan dikkati çekiyordu. Kafası bir iskelet gibi, avurtları çökmüş, gözleri dört tarafı tarıyor ve durmadan emirler veriyordu. Bir anda askerler kılıçlarını çektiler, iki tarafımızda kılıçları güneşten parlayarak yürüdüler. Kapalı Çarşı’dan[13]geçerken nal sesleri kulakları parçalıyordu. Kaldırımlarda askerler ve insanlar yürüyor, kılıçlar parlıyordu. Bunların arkasında binlerce ağızdan:
‘Yaşa’ sesleri yükseliyordu.”[14]
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 8–9 Eylül 1922 gecesiniNif Kasabası’nda[15]geçirmiştir. Başyaver Salih Bey, o geceyi şöyle anlatmıştır:
“Armutlu’dan geçerken, köy halkı Türk askerini seyretmek için yol kenarına çıkmışlardı. Yanık bakraçları, kırık testileriyle de yoldan geçen askerlere su veriyorlardı. Buradan geçerken, arabalara ve hayvanlara rastlıyorduk. Onlara yol vermek ve yolun açılmasını beklemek üzere otomobilimizi durdurmuştuk.
Gazi Mustafa Kemal Paşa bir sigara yakmak için toz gözlüğünü gözünden kaldırdığı zaman, yaşlı bir köylü ani bir hareketle kalabalığın arasından ayrıldı. Otomobile yaklaşan köylü bir süre Gazi’nin yüzüne baktıktan sonra elini koynuna soktu ve çıkardığı kartpostalı avucu içinde saklayarak otomobilin basamağına çıktı. Tüm dikkatimle ihtiyarı inceliyordum. İhtiyar bir karta, bir de Gazi’nin yüzüne baktıktan sonra sağ elinin işaret parmağını önce karta sonra Gazi’ye çevirdi ve:
‘Bu sensin!’ Diye bağırdı ve devamında köylülere döndü:
‘Arkadaşlar, Mustafa Kemal’dir’ dedi. Bunu işiten köylüler, kadın, erkek ellerindeki testileri, bakraçları atarak her taraftan otomobile girdiler. Gözyaşları dökerek Gazi’nin kalpağını, omzunu öptüler, Gazi’nin ayağındaki tozları sürme gibi gözlerine çekenler vardı.
Köylünün elindeki kart kim bilir ne zamandan beri ve ne güçlüklerle sakladığı Gazi’nin bir fotoğrafıydı.
Köylüleri Gazi’nin etrafından ayırmak zor olduğu için, şoföre, çaresiz olarak motoru çalıştırmasını söyledim. Motor çalışınca ayrılmak zorunda kaldılar. Hareket ettik, fakat sesleri hâlâ bizimle beraber geliyordu:
Yaşa Gazimiz. Namusumuzu, hayatımızı kurtardın, hepimiz sana kurban olalım.’ Yunanlılar tarafından yerle bir edilmiş ve yakılıp yıkılmış olan bu yöreden geçtiğimiz sırada karşılaştığımız bu samimî tezahürat bizi her seferinde ağlatmıştır. Halkın böyle heyecanlı tezahüratları arasında dinlenilerek köylerden ve kasabalardan geçerek Nif’e geldik.”[16]
O günü diğer gazeteci Ruşen Eşref Bey’den dinleyelim:
“Nif’e akşamüzeri vardık. Gazi, buradan İzmir’in kaç kilometre mesafede olduğunu sordu. Nifliler İzmir'den 25-30 kilometre uzakta olduğumuzu söylediler. Başkumandan civarda bir tepeden İzmir’i seyretmenin imkânı olup olmadığını sordu. Belkahve denilen yerden İzmir'in göründüğünü anlattılar.
Bunun üzerine Gazi otomobiline binerek, Belkahve’ye hareket emrini verdi. Oraya geldik, İzmir’in, üzerinde yabancı devletlerin gemilerinin durduğu körfezini görür görmez, birden:
‘Deniz!’ diye bağırmışız. Hakikaten, oradan İzmir’in körfezi, Kadifekale ve diğer bazı yerler gayet iyi görülüyordu. Güneş bir kez daha batıyordu ve gurup oluşmuştu ki, Türkiye’miz üzerinde sonsuza kadar kalacak olan bir manzarayı seyretmek mutluluğunu tattık. Kadifekale’ye Türk bayrağı çekiliyordu. Güneş yavaş yavaş alçalmış, İzmir Körfezi’nin yeşil sularında erimişti. Hiç birimiz Belkahve’den ayrılamıyorduk.
Bu arada ağaçlıklar arasından bir araba sesi geldi. Tek atlı bir yol arabası İzmir yönünden gelmekte ve arabacı şarkı söylemekteydi. Nereden geldiğini sorduk. Gür bir sesle:
‘İzmir’den’ dedi.
‘İzmir’de ne var ne yok?’ Dedik.
‘Askerlerimiz Kordon’da geziyor’ cevabını verdi.
‘Doğru mu söylüyorsun?’ Diye sorduk.
‘Nah, işte İzmir, gidin de bakın!’ Diye körfezi işaret etti ve yoluna koyuldu.
Daha bir süre daha orada kaldıktan sonra Nif’e dönmek üzere hareket ettik. Yolda bir birliğin İzmir’e doğru yürüyüş düzeninde ilerlediğini gördük. Erler günlerce süren yürüyüşlerine rağmen yorgunluk belirtisi göstermiyorlar, bir an evvel İzmir'e ulaşabilmek için can atıyorlardı.
Gazi bana dönüp:
‘Askerlere, arkadaşlarının İzmir’e girdiklerini söyle!’ dedi. Emri bildirmek üzere ayağa kalktım. Kolbaşına elle işaret ederek birliği durdurdum.
‘Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz?’ diye sordum.
‘İzmir’e’ diye haykırdılar.
‘Süvarilerin İzmir’e girdiklerini biliyor musunuz?’ Dedim ve arkadaşlarının İzmir’e geldiklerini haber verdim. İçlerinden biri:
‘Aferin be’ diye bağırdı. Hepsi birden şevkle yollarına devam ettiler, biz de Nif’e döndük. Geceyi Nif’te geçirdik.”[17]
Salih Bozok, ölümünden bir sene evvel Ulus gazetesinde şunları yazmıştır:
“Dumlupınar’a hücumdan on beş gün evvel, cepheyi teftiş etmek ve hücum hazırlığı yapmak üzere Ankara’dan Akşehir’e hareket etmişti. O zaman tren, Biçer istasyonuna kadar işlediği için biz de orada inerek Sivrihisar üzerinden Akşehir’e gidiyorduk. Trenden inip otomobile bindiğimiz zaman, Gazi derin bir nefes almıştı. Kendilerine:
‘Rahatsız mısınız paşam?’ Diye sordum.
‘Hayır’ dedi.
‘O halde önemli bir şey düşünüyorsunuz, galiba...’ dedim. Şu cevabı verdi:
‘Evet, bir şey düşünüyorum. Ve eğer düşündüğümü uygulayacak zamanım olursa ki olacağımızı tahmin ediyorum, dünyanın gözlerini kamaştıracak bir manzara ortaya çıkacaktır. Nitekim on beş gün sonra hakikaten dünyanın gözlerini kamaştıran manzara ortaya çıktı.”[18]
[1]Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 13, İstanbul 2004, s. 261.
[2]Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgeleri ile Sakarya’dan İzmir’e “1921-1922”, Ankara 1989, s. 385.
[3]Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 13, İstanbul 2004, s. 264.
[4]Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 13, İstanbul 2004, s. 259.
[5]Falih Rıfkı Atay, (1894–1971), gazeteci, yazar, milletvekili.
[6]Falih Rıfkı Atay, Çankaya-Atatürk Doğumundan Ölümüne Kadar, İstanbul 1980, s. 98.
[7]Atay, a.g.e.,s. 102.
[8]Ruşen Eşref Ünaydın, (1892–1959), gazeteci, milletvekili.
[9]Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, Ankara 2001, 149–150.
[10]Arıburnu, a.g.e, s. 183.
[11]Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 13, İstanbul 2004, s. 21.
[12]Öztin, a.g.e., s. 71.
[13]Kemeraltı.
[14]Halide Edip Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı, İstanbul 2004. s. 287-289.
[15]İzmir’e 30 km. uzaklıktaki günümüzün Kemalpaşa ilçesi.
[16]Niyazi Ahmet Banoğlu, Yayınlanmamış Belgelerle Atatürk’ün Siyasi ve Özel Hayatı, İlkeleri, 2. Baskı, İstanbul 1981, s. 222.
[17]Ünaydın, a.g.e., 154–156.
[18]Salih Bozok, Yaveri Atatürk’ü Anlatıyor, Yayına Hazırlayan Can Dündar, İstanbul 2001, s. 79-80.